İSPANYA'NIN GÖZ BEBEĞİ BARCELONA





Tibidabo Tepesi'nden Barcelonın görünüşü




Merhabalaarrrr,
Biliyorsunuz ki ilk yazım yaşadığım yer Katowice ile ilgiliydi. Bu yazım da en çok beğendiğim şehir yani Barcelona üzerine olacak. Neresinden başlasam, nasıl anlatsam Barcelona'yı bilemiyorum. Her yeri ayrı güzel bir şehir. Ben yazın, Haziran sonu gittim. Akdeniz ikliminin hakim olduğu bir şehir olduğundan dolayı Mersin'in yazından farkı yoktu. Güneş aşırı yakıyordu ve hava aşırı sıcaktı. Barcelona deyince aklımıza güzel mimari yapıları ve bu yapıtların pek çoğunun mimarı olan Antoni Gaudi gelir. Bunlara geçmeden önce nasıl ulaşım sağladığımı, nerede kaldığımdan bahsetmek istiyorum. Katowice'ten uçakla Barcelona'ya rahatlıkla gidilebiliyor. Havaalanının kısaltması "BCN" diye geçmektedir ve havaalanı 2 terminale ayrılmaktadır. Şehre çok uzak olmamakla birlikte kullanışlı ve çok işlek bir havaalanıdır. Havaalanından trenle veya şehre giden otobüslerle ulaşım sağlayabilirsiniz. Benim kalacağım yere yakın olan  Passeig de Gràcia durağında indim. Tren bileti 3.50 Euro'ydu ve havaalanına bir daha gelmeyeceğim için tek binimlik aldım. Çünkü çoğu yeri yürüyerek gezmeyi tercih ettim. Ama siz isterseniz 75 dakikayı kapsayan ve ücretsiz aktarma yapmanızı sağlayan Travelcard ya da günlük, haftalık ulaşım kartlarını tercih edebilirsiniz. Günlük, haftalık olan kartlar bazı müze ve mimari eserlere girişi bedava ya da indirimli oluyor. Kaldığım yer indiğim istasyondan yürüyerek yaklaşık 10-15 dakika sürüyordu. Kaldığım yer "Alberguinn" adında ara sokakta bir hosteldi. Çalışanları çok yardımsever ve cana yakındı. Bununla birlikte hostel çok temizdi, ve düzgündü. Aynı zamanda sabah kahvaltısı verdiler ve internet bağlantısı kusursuz denecek kadar iyiydi. Tek sıkıntı merkeze çok yakın değildi ama bu benim için sorun yaratmadı. Ana caddeye çıktığınızda metroyla, otobüsle dilerseniz de taksiyle ulaşım sağlayabilirsiniz. Ben tabi ki de yürümeyi tercih ettim. 
Ana caddeye çıktığımda böyle bir  tabelayla karşılaştım. Daha hiç haritaya bakmadan yönümü kolaylıkla bulabileceğimi fark ettim. Kaybolmaktan korkuyorsanız tabelalara güvenin. Onlar gitmek istediğiniz yere sizi yönlendirecektir. Gitmeden önce nerelere gideceğimi, nasıl gideceğimi araştırdığım için çok sıkıntı yaşamadım. Öncelikle deniz hastası biri olduğum için Port Vell ve Barceloneta bölgelerini gezmek istedim. Buralara giderken değişik yapıda binalar görmeniz mümkündür. Mesela  gördüklerimden bir tanesi Roma Kolezyum'unu andırıyordu. Bu bina Plaça d'Espanya caddesinde yer alıyor adı da"Arenas de Barcelona". Çeşitli mağazaların, restaurantların, ve sinema salonunun bulunduğu bir alışveriş merkezidir. Bu binanın karşısında iki tane sütun ve sütunun arkasında "Fira Barcelona Montjuic" sergi salonu olarak kullanılan saray görünümlü bir yapı var. 


Port Vell'e giderken değişik içerikli müzeler ve Kolomb'un anıtını görmek mümkün. Kristof Kolomb'un 1492'deki Amerika'ya ilk yaptığı seyahatten dönüşü simgeliyor. Kolomb parmağıyla Amerika kıtasını gösterdiği söyleniyordu.Gerçekten de harita üstünde bakıldığında Güney Amerika'yı gösterdiği anlaşılıyor.
Aduana de Barcelona& Columbus anıtı

Sonunda Port Vell'e yani bir diğer adıyla Rambla de Mar'a ulaştım. Burası teknelere ve yatlara liman olmanın yanı sıra çeşitli restaurantlara, alışveriş merkezine, yani Maremagnum, ve Barcelona'nın L'Aquarium'una ev sahipliği yapmaktadır. Port Vell'in yakınlarında kırmızı tuğlalardan meydana gelen Katalunya Tarih Müzesi buluyor. Bu müze Barcelona'daki insanların İspanyol değil Katalan olduğunu bir kez daha üstüne basa basa belirtmiş oluyor. Bu müze çevredeki müzelerin yalnızca bir tanesi. İlginizi çekebilecek çeşitli çok fazla müze var.
Port Vell
Museu d'Historia de Catalunya


Bir sonraki durağım Barceloneta bölgesi oldu. Port Vell'den ister yürüyerek, ister metroyla ya da otobüsle ulaşım sağlayabilirsiniz. Hatta iyi bir bisiklet kullanıcısıyım diyorsanız bisiklet kiralayıp öyle gezebilirsiniz. Bu bölge bildiğiniz gibi sahil kısmıdır yani denize girebilirsiniz, sahilde voleybol oynayabilirsiniz. Hemen sahilin karşı tarafında oturabileceğiniz restaurantlar, kafeler de mevcut. Gittiğim zaman çok kalabalık olduğu için ve tek başıma olduğum için sadece ayaklarımı suya sokmakla yetindim. Aynı zamanda bu bölgede clublar,barlar ve flamenko danslarının gerçekleştiği mekanlar da bulunuyor.



Barceloneta'dan sonra vardığım yer Avrupa'daki en güzel parklardan biri olan Parc de la Ciutadella. Parkta 2-3 tane müze , hayvanat bahçesi, piknik alanları, oyun alanları ve  kafeler var. Aynı zamanda seyyar satıcıların çeşitli yiyecek içecek sattığı, animatörlerin olduğu ferah, bakımlı, bol ağaçlı, yeşillikli dolayısıyla da bol oksijenli ve temiz bir parktı. Bu parkın bir ucu Arc de Triomf'a yani çoğu Avrupa şehrinde bulunan Zafer Takı'na çıkıyor. Zafer Takı 1881 yılında düzenlenen Universal Exhibiton için geçit olarak inşa edilmiş.


 





Gezerken şans eseri Çikolata müzesine rastladım. Benim gibi çikolata manyağı biriyseniz şiddetle öneriyorum. Girerken ordaki çalışan bana nereli olduğumu sordu ve ben de Türk olduğumu söyledim. Neden sorduğunu tam soracakken giriş biletimi verdi. Giriş biletim çikolataydı hem de üstünde Türk bayrağı bulunan bir çikolataydı. Çikolatanın tarihini, Maya uygarlığını, çikolatanın nereden geldiğini, nasıl bulunduğunu, nasıl yapıldığını, çikolata yapımında kullanılan malzemeleri ve zamanla çikolatanın nasıl geliştiğini  görsel sunumlarla ve çeşitli bilgi verici yazılarla dolu bir müze. En sonunda da çikolatayla ilgili yazmak istediğiniz bir şey varsa diye kara tahta koymuşlar. Çıkarken tahtaya yazmayı ve gelmişken çikolata almayı unutmayın.

 


 

Çikolata Müzesini kazara El Born bölgesini ararken bulmuştum. El Born daha az turistik ama diğer bölgelere oranla güzel bir mahalle. Burası sağlı sollu kafeler, barlar ve mağazalarla dolu bir sokak. Ben burada Euskal Etxea adında ünlü bir tapas restaurantına girdim. Gayet başarılı tapasları olan bir restaurant olup akşamları aynı zamanda restaurantta farklı tarzlarda müzik yapan gruplar sahne alıyor. 


Buradan La Rambla Caddesine geçtim. Bu cadde aslında biraz İstanbul'daki İstiklal Caddesini andırıyor. Burası da mağazalarla, kafelerle dolu bir cadde. Sokak sanatçıları çok yaygın bu nedenle de cadde çok canlı ve renkli duruyor. Buraya girdiğim zaman  La Boqueria Market'ı merakla görmek istiyordum. Ben gittiğimde buradaki büyük pazar yeri açık değildi  açıkçası biraz hayal kırıklığına uğramadım değil . Ama araştırdığım, bildiğim kadarıyla bizim pazarlarımıza çok benziyor. Farklarımız neredeyse yok denecek kadar az. Mesela onlar serin bir binanın içinde bol ışıklandırmalı bir şekilde alışverişlerini gerçekleştiriyorlar. Meyve,sebze, balık, et ürünleri, yerel ürünler ve bardaklarda insanlar serinlesin diye meyveli içecekler veya bardakta meyve satıyorlar. Önünde biraz durup bakındıktan sonra yoluma devam ettim.

Burdan sonra çok güzel manzarası olan bir yere gideceğimi biliyordum ama nefes kesici olacağını tahmin etmemiştim. Barcelona'nın ayaklar altında görebileceğiniz en güzel noktası, Tibidabo Tepesi. Tepeye ulaşım biraz zahmetli olmasına rağmen o manzarayı görmek için o yolu çekmeye değer. Öncelikle metroya biniyorsunuz, metrodan sonra mavi tramvaya veya yukarı çıkan otobüslere, ondan sonra da tepeye çıkan fünikülere. Bunların hepsi tabi ki de paralı ve özellikle öğrenciler için biraz pahalıya patlıyor denebilir. Tepeye sadece manzara için çıkmıyorlar aynı zamanda tepede bir kilise ve eğlence parkı var. Manzarayı daha da yukarıdan seyretmek isterim derseniz çok tatlı bir dönme dolap, yok ben oturarak seyretmek isterim derseniz güzel kafeler var. Ben öğrenci olduğum için kilisenin oradan manzarayı hafızama kazımak istedim.Çok sevimli hediyelik eşya dükkanı da var çoğunlukla Tibidabo tepesine özgü ürünler satıyorlar. Birinci günü böylelikle Tibidabo Tepesin'den Barcelona'yı izleyerek bitirdim.


İkinci gün, soluğu ilk olarak La Sagrada Familia'da aldım. Hava yağmurlu olmasına rağmen önünde izdiham vardı. Ben biletimi daha önceden aldığım için giriş saatini bekledim. Bu tarz yapılarda rehber çok önemli o yüzden siz siz olun rehbersiz girmeyin. Her bir yapı taşı mimarı tarafından özenle düşünülüp inşa edilmiş bir eser. Gaudi'nin ömrü bazilikayı bitirmeye yetmemiş bu yüzden bina hala yapım aşamasında. Yapım aşamasında olmasına rağmen çok etkileyici bir dizaynı var. Rehberin yanı sıra bazilikanın tarihini görsellerle de desteklemişler. Çeşitli resim sunumları, videolar hazırlamışlar; kullanılan malzemelerle ilgili daha detaylı bilgi vermek için de müze açmışlar. Gaudi'nin mantığını anlamanız için biraz bazilikadan bahsetmek istiyorum. Gaudi bazilikayı büyük bir ormana benzetmeye çalışmış.Bazilikanın içindeki sütunlar damarlı ağaç gövdeleri gibi dizayn edilmiş. Hayvanların kabuklarından ilham alarak bazilikanın dizaynını desteklemiş. Aslına bakarsanız Gaudi Transcendentalist bir mimarmış. İnsanlarla doğayı bir arada bir aile gibi durmaya teşvik etmiş diyebiliriz. 2026 yılında bitirilmesi planlanıyor. Şu an bile bu kadar heybetliyken bittiği zaman nasıl olur bilmiyorum ama herkesin gidip görmesi gereken dahice yapılmış bir bazilika.

 


 


Sagra da Familia'dan hiç çıkmak istemeyerek bir sonraki durağıma yani Park Güell'e gittim. Masallardan çıkma evleri göremedim çünkü her yer gibi orası da paralıydı ve benim tek durağım Barcelona değildi. Hal böyle olunca, gelmişken manzarasını göreyim dedim. Baya bir yukarı çıkmak gerekiyormuş onun için de. Üşenmedim çıktım. Tibidabo tepesi kadar olmasa da Barcelona'ya yukarıdan bakmak için güzel bir yer.



Gelelim Gaudi'nin diğer iki güzel mimari yapısına; Casa Mila ve Casa Battlo.Bu iki yapı Passeig de Gracia Bulvarında yer alıyor. Casa Mila bir diğer adı La Pedrera olarak da biliniyor. La Pedrera "Taş Ocağı" anlamına geliyor ve bu halk arasında bilinen adıdır. İçeriye girerken size rehberlik etmesi için cihazlar veriyorlar. Kat kat detaylı bir şekilde her bir taşın, dekorun, Gaudi'nin mantığını kavrıyorsunuz. Casa Mila doğal taşlardan inşa edilmiştir bu yüzden de renk yoksunudur. En üstte bulunan değişik modernist figürler ve şekiller bulunuyor. Her katta farklı şeyler sergileniyor.Çatının bir alt katı Gaudi'nin hayatını, binanın tarihçesini ve yapısını anlatan görsellerden ve slaytlardan oluşuyor. Alt katları 19. yüzyıl Barcelona burjuvasının nasıl bir yaşam sürdüğü ile ilgili ip uçları veriyor. Gaudi doğayı bire bir yansıtmıyor aksine kendi kafasındaki doğa imgesini eserlerine yansıtıyor. Bütçem kısıtlı olduğu için ve Casa Mila da diğer yerler gibi çok pahalı olduğu için Casa Battlo'ya sadece dışarıdan bakmakla ve aldığım broşürü okumakla yetindim. Casa Mila'nın az biraz ilerisinde bulunan Casa Battlo göz alıcı ön cepheye, bacalara ve çatıya sahipti. Yapının ön cephesinde bulunan kemiğe benzer sütunlardan dolayı buraya Kemikler Evi de deniyor. Burada yine size rehberlik etmesi için cihazlar veriliyor. Aynı zamanda buraya gece de daha pahalı bir ücretle girebiliyorsunuz.

Casa Battlo


Casa Mila






   
Casa Mila'nın yapımında kullanılan bazı bazı malzemeler

Casa Mila'nın dalgalı yapısı
   
Casa Mila Çatı &Modern Figürler
Umarım göz kamaştırıcı, İspanya'nın, turistlerin göz bebeği olan Barcelona'yı sizlere güzel sunabilmişimdir. Benim için hayranlıkla gezdiğim ayrılırken zor bırakabildiğim şehir oldu kendisi. Eksiğim, bilgi yanlışım, dil bilgisi hatam varsa af ola. İyi günler dileyerekten yazımı burada sonlandırıyorum. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar